İngilizce de yaygın olarak kullanılan deyimlerin anlamlarını ve deyimlerle ilgili İngilizce-Türkçe örnek cümleleri sizlerle paylaşıyoruz. Yabancı dili öğrenmek için o dile ait deyimleri, günlük ifade ve kalıpları öğrenmeniz çok ama çok önemlidir. Sadece anlamlarını değil; örnek cümleler ile cümle içinde kullanımınıda öğrenmelisiniz. Bu konuya nasıl çalışmanız gerektiği hakkında basit ama etkili bir tavsiyede bulunmak istiyorum.
Önce deyimleri ve Türkçe anlamlarını gözden geçirin. Daha sonra ilgili örnek cümleleri okuyun. Bir sonraki adımda başa dönüp cümleleri YÜKSEK SESLE tekrar edin. Bu kısım genellikle görmezden gelinir ancak öğrenmenin temel yapı taşlarından biridir. Ayrıca İngilizce konuşmak için kaçınılmazdır. Son olarak öğrendiklerinizi yazmayı unutmayın! Bu kısım yazım hataları yapmamanız adına önemlidir.
İngilizce Deyimlerin Anlamları ve Örnek Cümeleler
look at: bakmak
Look at the blackboard, everyone.
Herkes tahtaya baksın.
put on: giymek
You should put your coat on.
Ceketini giymelisin.
look for: aramak
I have been looking for you.
Seni arıyordum.
go to bed: yatmak
You’d better go to bed at once.
Derhal yatmaya gitsen iyi olur.
get up: kalkmak
My mother never gets up early.
Annem asla erken kalkmaz.
get on: binmek
We saw the child get on the bus.
Çocukların otobüse bindiğini gördük.
get off: inmek
I think we get off at the next stop.
Sanırım bir sonraki durakta ineceğiz.
get ready: hazırlanmak
Get ready for the trip at once.
Yolculuk için derhal hazırlan.
wait for: beklemek
What are you waiting for?
Neyi bekliyorsunuz?
take off: çıkarmak
Take off your shoes.
Ayakkabılarınızı çıkartın.
come to an end: bitmek, sona ermek
All good things must come to an end.
Tüm güzel şeyler bitmek zorundadır.
at last: sonunda
He came out of the room at last.
O, sonunda odadan çıktı.
catch cold: üşütmek
Put on a coat. If you don’t, you’ll catch a cold.
Üstüne paltonu giy. Giymezsen üşütürsün.
by mistake: yanlışlıkla
I took your umbrella by mistake.
Yanlışlıkla senin şemsiyeni aldım.
one by one: birer birer
One by one, friends came up to speak to him.
Onunla konuşmak için arkadaşları birer birer geldi.
on foot: yaya olarak, yürüyerek
Some went on foot, and others by bicycle.
Kimisi yürüyerek, diğerleri de bisikletle gitti.
get better: iyileşmek, düzelmek
I’m going to help you get better.
İyileşmene yardım edeceğim.
because of: yüzünden, dolayı
I stayed home because of the rain.
Yağmur dan dolayı evde kaldım.
be afraid: korkmak
Don’t be afraid to ask for help.
Yardım istemekten korkmayın.
ask for: istemek
You should ask for permission first.
Önce izin istemelisin.
at once: derhal, hemen
Go to the doctor at once!
Hemen doktora git!
be used to: alışık olmak, alışmak
You will soon be used to rural life.
Yakında kırsal yaşama alışacaksın.
fall asleep: uyumak
I couldn’t fall asleep because of the noise.
Gürültüden dolayı uyuyamadım.
take a picture: resim çekmek
You’re going to want to take a picture of this.
Bunun bir resmini çekmek isteyeceksin.
turn on: açmak
Do you mind if I turn on the radio?
Radyoyu açabilir miyim?
turn off: kapamak, kapatmak
Would you mind turning off the radio?
Radyoyu kapatır mısınız?
take care of: bakmak, ilgilenmek
I had to take care of her baby.
Onun bebeğine bakmak zorundaydım.
run away: kaçmak
You can’t run away from age.
Yaşlanmaktan kaçamazsın.
fall in love with: (birine) aşık olmak
I’m falling in love with you.
Sana âşık oluyorum.
more or less: aşağı yukarı
They are more or less the same size.
Onlar aşağı yukarı aynı boyuttalar.
that’s why: bu yüzden, bu nedenle
That’s why I’m telling you not to go alone.
Sana bu nedenle yalnız gitmemeni söylüyorum.
give up: vazgeçmek
Why don’t you give up?
Neden vazgeçmiyorsun?
as soon as possible: mümkün olduğu kadar çabuk
You have to begin as soon as possible.
Mümkün olduğu kadar çabuk başlamak zorundasın.
in other words: başka bir deyişle
In other words, he betrayed us.
Bir başka deyişle, o bize ihanet etti.
as a rule: genellikle
As a rule, our English teacher gives a lot of homework.
İngilizce öğretmenimiz genellikle çok ödev verir.
believe in: inanmak
Believe in yourself.
Kendine inan.
out of order: bozuk
Unfortunately the telephone was out of order.
Ne yazık ki telefon bozuk.
find out: bulmak, keşfetmek
That’s what I wanted to find out.
Öğrenmek istediğim bu.
over there: orada
The fellow standing over there is my friend.
Orada duran adam benim arkadaşım.
according to: … göre
According to the weather forecast, it is going to rain tomorrow.
Hava tahminine göre yarın yağmur yağacak.
about the same: yaklaşık, neredeyse, hemen hemen aynı
I’m about the same age as you.
Ben yaklaşık olarak seninle aynı yaştayım.
get married: evlenmek
She ended up getting married to him.
Sonunda onunla evlendi.